Kıyıda köşede kalmış hanlardan Cebeci Han, beni çok etkileyen bir noktasıdır çarşının. Bize anlatmak istediği hüzünlü bir hikayesi var gibidir. Çarşıya sonradan entegre olmuş bu kervansaray yapısı, o kadar ihmal edilmiş ve hırpalanmış bir görüntü arz eder ki, Kapalı Çarşı’nın şıkır şıkır dükkan vitrinlerinden geçip de, kemerli bir yapıdan bu hana çıktığımızda, zaman yolculuğunda yol almış gibi oluruz. Cebeci Han’ın boynu bükük, ihmal edilmiş görüntüsü bize keder verir; öte yandan, ne kadar harap olsa da, yoksulluğunun ardındaki ihtişamını fark eder ve bu keşiften heyecan duyarız.
Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutan en önemli şeylerden biri kurdukları organize ticari sistemdir. Hele ki başkent İstanbul, bir anlamda dünya pazarının merkezi haline gelmiştir. İki yanında dükkanların dizili olduğu çarşılar, değerli emtianın satıldığı üstü kapalı bedestenler ya da malların tezgahlarda sergilenip satıldığı pazarlar İstanbul’da tüm tarihi yarımadaya yayılmıştır.
Kapalı Çarşı, bunların en büyüğüdür ve tüm çevresi hanlar ve çarşılarla kuşatılmıştır. Ticaret hayatının bu denli faal olduğu bir başkentte, farklı diyarlardan kervanlarla gelen tüccarların konaklamaları için de çok sayıda han (kervansaray) yapılmıştır. Bunları bugünün otelleri olarak düşünebiliriz. Burada tüccarlar hem barındırlar, hem de getirdikleri malları satmadan önce depolarlar. Hatta büro olarak kullandıkları odalar bulunur. Yani otel olmanın yanı sıra, iş hanı ve depo işlevi görürler. Çarşılar nasıl meslek ve ürün grubuna göre organize olurlarsa hanlar da belli ürünlerin satıcısı olan tüccarlara göre ayrılır. Sarraflar, astarcılar, bezciler, bıçakçılar için ayrı hanlar yapılmıştır. Hanların avluları, onların mallarını sergiledikleri bir pazar yerine dönüşür. Sadece konaklama ve yemek ücreti ödemekle kalmaz, yaptıkları satıştan da hancıya komisyon verirler. Memleketlerine eli boş dönmez, ülkelerinde satacakları ürünleri çarşılardan temin ederler. Tüccar hanlarının çarşıya yakın ya da içinde olması kolaylık sağlar.
İstanbul’un tarihi çarşıları, yüzyıllardan bu yana çekiciliğini kaybetmemiştir. İstanbul tüccarları, genç yaştan itibaren ticareti burada öğrenirler. Onlar için açık üniversite, halk için ise her türlü ihtiyacını bütçesine uygun karşılayabildikleri yer olmuştur. Günümüzde ne yazık ki, modern yaşam çarkı bizi git gide bu tarihi yapılardan uzaklaştırsa da, bazen, nostaljik bir gezi olarak keşfe çıktığımızda yeniden büyüleniriz.
İstanbul’da tarihi yarımadada Kapalı Çarşı içi ve civarına yayılmış ve varlığını sessizce korumuş çok han vardır. Artık kervansaray olarak kullanılmıyor, çoğu içinde dükkan ya da atölyeler barındırıyor. Cebeci Han, bu gizli köşelerden biridir işte. Kitabesi olmasa da, yapıya bakıp 18.yüzyılda yapılmış olduğunu tahmin ediyoruz. Adına baktığımızda ise, silah ticareti ile ilişkilendiriyoruz. Cebeci, silah yapan ya da onaran demek. Ancak bu konuda net bir bilgi yok. Bugünkü esnafa sorduğumuzda silah değil, karyola ustalarından bahsediyorlar.
Cebeci Han’da geçmişte Yugoslav karyolacılar, yorgancılar ve hallaçcılar yer alırmış. Sabahtan akşama dek hepsi harıl harıl çalışır, sipariş yetiştirmeye çalışırmış. Şimdi ise bir sessizlik hakim.
Eskiden at ahırları olarak kullanılan avludaki çayhanede bir iki kişi oturuyor. Atölyelerden gelen çekiç sesleri dışında, sanki ne gelen var ne giden. El emeğinin değerini bilen kimse kalmadıkça, güzellikler de yok oluyor. Tüketim çağına eski değerler ayak uyduramıyor.
Çift avlulu ve iki katlı bu kervansarayda bugün ilk avluda kumaşçı dükkanları, ikincide bakırcı ve tombakçılar yer alıyor. Arka taraflara geçtiğinizde ve üst kata çıktığınızda, kıyı köşede kalan kırık dökük kemerli yapıların eksik yerlerini hayalimizde tamamlayarak, dükkanların önünde bir zamanlar revakların yer aldığını anlıyoruz. 1894 depreminde çok zarar gören yapı sonradan iyi onarılmamış.
Demirciler, tombakçılar ve bakırcıların atölyelerinden yükselen testere, kaynak ve çekiç sesleri arasında ilerleyip üst kata çıkıyoruz. Etrafımızda hurdaların yer aldığı terasta Nuruosmaniye Camii’nin muhteşem manzarası ile karşılaşıyoruz.