Bir Kapalı Kutu: Kapalı Çarşı

İstanbul’un Osmanlı döneminde inşa edilmiş han ve çarşılarını keşfetmek, şehrin tarihi ile ilgili bildiklerimize derinlik kazandırır. Osmanlı saraylarında yaşam, camilerde ibadet, medreselerde eğitim aşina olduğumuz konulardır. Oysa bir kenti besleyen ve kent kültürünü zenginleştiren unsurlar arasında ticaret hayatı çok önemli bir yere sahiptir.

II.Mehmet ile inşasına başlanan bedestenler, çevresinde inşa edilen hanlarla (kervansaraylar) birlikte kentin çekirdeğini oluşturmuştur. Beyazıt’tan Eminönü’ne uzanan bu bölgenin merkezi Çarşı-yi Azam’dır. Fatih döneminde inşa edilen Sandal Bedesteni ve Cevahir Bedesteni ’nin etrafında git gide genişleyen organik yapı, bugün 61 sokak ve 4000 dükkanı içine alan tek bir çatı altında toplanmış ve Kapalı Çarşı adını almıştır. Bu çarşı, çeşitli yangınlar ve depremlerden sonra, anka kuşu misali yeniden kendini yaratmıştır. 

Adı üzerinde Kapalı Çarşı, kapalı kutudur. Kutu kutu dükkanlar içlerinde hazineler saklar ve keşfedilmeyi bekler. Zorluklar ve yoklukların yanı sıra refah içeren dönemleri de olmuştur. Örneğin, Osmanlı’nın son dönemlerinde alım gücünün gerilemesi yetmiyormuş gibi, batılılaşma etkisi ile el emeği göz nuru ürünlerin ‘demode’ kabul edilmesi, Kapalı Çarşı’yı oldukça sarsmıştır. Ancak  Ekim Devrimi’nin ardından ülkelerinden kaçan varsıl Ruslar’ın yağdırdığı altın ve para ile yeniden bir mücevher gibi parlamıştır.

Sokaklar belli zanaatlara ayrılmıştır ve isimlerini bundan alır. Geçmişte komşu komşuyu kıskanmazdı. Tek fiyat uygulanırdı. Bu güvenlik ortamı doğururdu alıcı için. Pazarlık ayıptı. Esnaf tok gözlüydü. Siftah yapamayan komşusuna müşterisini yollardı. Çarşı ahlakı ve çarşı adabı, çocukluğundan itibaren baba ya da dede dükkanlarında toz yutmuş, sonunda çarşının tutkunu olmuş ‘eski esnaf’ için hala çok önemlidir.

Bugün binlerce dükkan ayakta kalma telaşı içinde ve bazıları en çok ne talep görüyorsa onu satmaya çalışıyor. Ancak hala el emeği ürünler, antika objeler satan dükkanlar sayesinde çarşı, orijinalliğini ve geleneksel yapısını korumakta. Çiniden havluya, keçeden kilime, kuyumdan antikaya, minyatürden bakır cezvelere pek çok otantik ve rengarenk obje gözlerimizi kamaştırıyor. İstanbul’un altın piyasası ve Tahtakale borsası çarşıda döndüğü için Türkiye ekonomisinin en önemli damarı hala Kapalı Çarşı’da atar.

Sahaflar Çarşısı ’ndan başlayarak Kapalı Çarşı’nın köşe bucağını keşfederken, çarşı esnafı ile de keyifli sohbetlerimiz oluyor. Çarşının ilk çay ve kahve ocağı Ethem Tezcakar Kahvecisi‘nde köpüklü kahvelerimizi içiyor, 4. kuşak torun Bekir Tezçakar‘dan ailesinin 120 yıl önce Erzincan’dan Kapalı Çarşı’ya uzanan macerasını dinliyoruz.

Tarihi Zincirlihan’da ise, 3 yıl hayata veda eden Şişko Osman’ın halı dükkanında oğulları ile sohbet ediyoruz. Dünyanın sayılı antik halı uzmanlarından Şişko Osman, Türk halılarının dünya çapında tanınmasında çok emeği geçmiş bir akademisyendi. Çeyiz halılarından oluşan nadir koleksiyondan seçmeler gördükten sonra, Havuzlu Lokanta’da Osmanlı-Türk  mutfağının nefis lezzetlerini tadıyoruz ve Kapalı Çarşı etrafındaki hanları keşfetmek üzere turumuza devam ediyoruz.

Ortaçağda İstanbul, ticaret yolları üzerinde çok önemli bir yer işgal ediyordu. Dünyanın dört bir yanından gelen ürünler İstanbul çarşılarında, özellikle de Kapalı Çarşı’da el değiştirirdi. Rusya’dan kürk, İtalya’dan şarap, İngiltere’den yün, Mısır’dan baharat getiren tüccarlar burada buluşurlar, mallarını satar, yeni aldıkları mallarla ülkelerine geri dönerlerdi.

15. yüzyıldan itibaren kentin ticari merkezi olarak gelişen çarşıların yakınında tüccarların konaklamaları için hanlar gelişti. Kapalı Çarşı içinde yer alan Sarrafhan, adından anlaşılacağı üzere sarraflarınn konakladığı, mallarını kasaya emanet ettikleri yüksek güvenlikli bir han idi. Günümüzde çok güzel bir restorasyon geçirmiş olan bu han, La Fondue Restaurant olarak hizmet vermekte.

Edip Cansever, babadan kalma halı dükkanını yıllarca işletmiş, çok sevdiğimiz şiirlerinin bir kısmını bu küçücük dükkanda yazmıştır. Çarşı ahlakı ve çarşı adabı, çocukluğundan itibaren baba ya da dede dükkanlarında toz yutmuş, sonunda çarşının tutkunu olmuş ‘eski esnaf’ için hala çok önemlidir. Cansever gibi, nesiller boyu dükkanlarını var etmek amacı ile didinen aydın ve sanatçılar çoktur çarşı esnafı arasında. Edip Cansever’in eski dükkanında (bugün Recep Karaduman Halıcılık) karşımıza çarşının ilginç kişiliklerinden Hikmet Şırlak çıkıyor. Gönlünü genç yaşlarda halı sanatına kaptıran Şırlak, bugün Türkiye’nin önemli halı eksperlerindendir. Kendisine biz ‘Çarşının Alimi’ diyoruz. Halıcılığı sadece ticaret değil, felsefe olarak algılayan Hikmet beyin kapısı herkese açıktır ve hoş sohbetine doyum olmaz.

Kapalı Çarşı’da bugün hala varlığını sürdüren birkaç handan biri Yarım Han’dır. Öyle küçüktür ki, adı ona yakışır. Elbette bu hanlar bugün konaklama amaçlı değil dükkan olarak kullanılmakta.

Çukur Han’ı keşfetmeden Kapalı Çarşı’dan çıkmayın. Giriş katında Çarşı’nın en büyük seramik dükkanını bulacak ve yine çarşının en tarihi dükkanlarından birini keşfedeceksiniz.

Yaprak haline getirilmiş özellikle altın yaprak levhaları yapan ve başka malzemeler üzerine kaplayan ustalara varakçı denir. Çarşı’nın Mahmutpaşa yönündeki çıkışında yer alan Varakçı Han, bugün oldukça harap görünümdedir. Ancak yine de içine girip üst kata çıktığınızda sizi Nuruosmaniye Camii’nin müthiş manzarası karşılar.

Kapalı çarşı, organik, dinamik ve romantik bir oluşumdur. Bugünkü ‘modern yaşam’ kültürümüzde alışveriş kavramımız çok değişti. Ne yazık el emeği göz nuru objelere ilgi azaldı. Çarşı tüm modern ve post-modern kavramlara karşı direnmeyi sürdürüyor. Hala kıyıda köşede bizi bekleyen sürprizler barındırıyor. Bizlerin de zaman zaman içinde bulunduğumuz ortamı kutsamak yerine, hangi değerleri kaybetmekte olduğumuzu kendimize hatırlatmamız için Kapalı Çarşı’da bir gezinti, çok iyi bir terapidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir